Sosyal
medya araçlarının bütün hayatımıza sirayet ettiği çağımızda, kolektif üretimin
milyonlarla ifade edilecek insana kadar kapsamını genişletmesi sonucunda birçok
yeni kavram ortaya çıktı bilindiği üzere. Eskiden belli temellere dayandırılan,
etimolojik perspektiflerle şekillendirilen ve meşakkatli uğraşlar sonucunda bir
kavramın ortaya atılması söz konusu idi. Örneğin Şerif Mardin’in, “Mahalle
Baskısı” adını verdiği kavramı bir kavramsallaştırma işinin ortaya çıkış süreci
açısından incelenesi ve muhteşem bir çalışmadır. Ancak, sözünü ettiğimiz üzere,
dijital dünya, sosyal medya, adına artık ne diyorsanız, bu mecralarda da
kitlelere mâl olan, bir anda tutulan ve dile yerleşen kavramlarla karşı karşıya
geldik, geliyoruz. Bu durumun önemi, sadece dijital dünya ile sınırlı kalmayan
bir sonuca yol açması. Söz gelimi internetle birlikte hayatımıza giren “trol”
kavramı, günlük dilimizde de kendisine yer buluyor, kendimizi ifade ederken
başvurduğumuz bir kavram olarak aklımızın kütüphanesinde hazır tutuluyor.
Eskiden, “alaya alalım” derken, şimdi, “trolleyelim,” diyoruz. Garip şekilde “trollemek”,
“kafaya almak/alaya almak” tabirlerinden daha iyi bir ifade gücü sağlıyor.
Öyleyse sosyal medya ile birlikte ortaya atılan/çıkan kavramlar, belli bir
durumu işaret eden kelimeler, simgesel ifadeler, sanıldığından daha önemli ya
da üzerinde durulmayı hak eden kavramlardır.
Kadın
– erkek ilişkilerinde de son beş – on yılda, ortaya çıkan bir “Kezban” kavramı
var. Bu yazıda yerli yersiz her davranışı “kezbanlığa” tahvil etmek gibi
durumlardan dolayı bir kavramsallaştırma yapma işine girmeyi uygun bulduk.
Bizim bu hususta ilk önerimiz, az sonra açıklamaya girişeceğimiz durumların
ifadesinde “Kezban/Kezbanlık” tabirinin değil, “Kezbanite” kavramının kullanılmasıdır.
Çünkü Türkiye’de kadınlarda gözlemlenen kimi durumların kavramsallaştırılmasında
kültürel yapıyla birlikte yeşeren ve yerleşen bir karakter yapısı söz
konusudur. Karakter, insanda doğduğunda hazır olarak bulunmadığından, koşullar,
coğrafya ve kültürle şekillendiğinden, aslında her yapı belli bir
toplumsallığın sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyleyse Kezbanite, “kurum”
olarak ifade edilebilecek etkenlerin ortaya çıkardığı bir alt yapıyı işaret
etmektedir, kadının kendisinden bağımsız olarak orada bulunmakta, bir içine
düşüş sonrasında kadının yapısı hâline gelmekte ya da kadın bu şekli
almaktadır. Şimdi mevzuyu biraz açalım ve neyi anlatmak istediğimizi örneklerle
daha açıkça ifade edelim.
Start again!
Bir
insanın kişilik ve karakter yapısıyla ilgili yorum yapmaya kalkışıldığında, bu
yorumun sağlıklı bir temele oturtulabilmesi ve ciddiye alınabilirliğinin
artırılması için işe çocukluktan başlamak bir mecburiyettir. Öyleyse Türkiye’de
kız çocuklarının hangi kaygılarla yetiştirildiğini göz önünde bulundurmak, bu
yazının konusu için ilk ve en önemli
gereklilik olarak karşımıza çıkıyor.
Ebeveynlerin
kız çocuklarıyla ilgili en büyük kaygısı maalesef şehevi duygular özelinde filizlenen
kaygılardır. Fahişelik gibi bir kurumun olması, kadın vücudunun ticari işlerde
metalaştırılması, “arzu nesnesi,” dendiği anda, Türkiye’de akla ilk olarak
kadın vücudunun gelmesi gibi şeyler kız çocuklarının daha korumacı, baskıcı bir
şekilde yetiştirilmeleri gerektiği gibi bir algıyı doğuruyor. Sözgelimi lise
çağına gelmiş erkek çocuğunun parası yoksa aile kaygılanmıyor ancak aynı
çağdaki kız çocuğunun parası yoksa çocuk parayla satın alamadığını başka
yollarla temin edebilir gibi bir kaygı filizleniyor. Benzer şekilde, ergenlik
çağındaki bir erkeğin cinselliğiyle ilgili çok fazla kaygı güdülmezken;
ergenlik çağındaki kız çocuğunun cinselliği aile için bir kırmızı alarm
anlamına geliyor. Erkeklere oranla, kızlar daha fazla gözetleniyor, kontrol
ediliyor, “yanlış” işlere kalkışmaması için onlara cinsellik dışındaki
alanlarda bir müsamaha bahşediliyor. Buradaki ebeveyn korkusu, basit bir
örnekle şöyle bir dinamikle ilerliyor: Dersleri kötü diye kızımızı terk edersek
ya da bizim ona gösterdiğimiz tepkiyi o bir terk edilme gibi algılarsa, aradığı
şefkati başka kişilerde, “yanlış şeylerde” bulmaya kakışabilir. Peki, erkek
çocukları için böyle bir kaygıdan söz edebilir miyiz? Erkek çocuklarının
ailelerini kaygılandırdıkları meseleler, uyuşturucuya, serseriliğe yönelmek
gibi şeyler iken; kız çocukları ile ilgili en temel kaygı kızın fahişeliğe,
ahlaki açıdan “yanlış bulunan” şeylere yönelmesinden ibarettir. Burada asıl
utanç verici mesele şudur: Erkek çocuğunun ya da bir ailenin yetişkin erkek
evladının başına gelebilecek işlerde, bunlar yüz kızartıcı suç ihtiva etmiyorsa,
aile lekelenmez. Çocuk kendisine yapmaktadır yaptığını, aile çocuğunun durumu
nedeniyle perişan olur; onlara yaşattığı sosyal baskı nedeniyle değil. Ancak
kız çocuğunun ya da bir aileye mensup yetişkin kadının, her “kötü”, “yanlış”
eyleminde gözler aileye çevrilir. Bir
erkek kızlarla “düşüp kalkıyorsa” aile için bir sorun yoktur. Bir kız
çocuğu/yetişkin kadın, erkeklerle “düşüp kalkıyorsa” aile için bir lekelenme
algısı çıkar ortaya. Benzer kültürel, toplumsal saçmalıkları uzatabiliriz,
bunları hepimiz biliyoruz, bilinen şeyleri söylemek değil niyetimiz, sadece
durumun kısa bir özetini sunmak istedik çünkü kezbanitenin temeli tam olarak
burada başlıyor. Son olarak korkmadan, hepimizin cevabını tahmin ettiği şu
soruyu sormamıza izin verin: “Kızınızın sizin ahlaki kurallarınızın dışında ama
nitelikli, onurlu bir hayatı olmasını mı istersiniz yoksa vasıfsız bir şekilde
ama size, sizin ahlaki kurallarınıza tâbi olarak evde oturmasını, sonra da
birisiyle evlenip gitmesini mi?”
Evet,
ortalama bir Türkiye ailesinde her ebeveynin gönlü ikincisinden yanadır. İşte
kezbanitenin yeşerdiği zehirli toprak da tam olarak budur.
Ebeveynlerin
erkek çocuklarıyla ilgili kaygıları ile kız çocuklarıyla ilgili kaygılarının
arasındaki fark kezbanitenin temelidir; işte iddiamız ve kavramımızı
temellendirdiğimiz noktanın özeti. Bu savımızdan da anlaşılacağı üzere, metinde
bir düşmanlık yoktur. Bizler, en kolayı seçip, “Bu kezbanitedir, şu değildir,”
demek yerine, “Kezbanite nasıl ortaya çıkıyor, neden var?” gibi soruları
yanıtlandırmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla yerli yersiz bir kadın
yaftalayıcılığının/yargılayıcılığının ötesine geçip herkesçe bilinen bir
garabetin ortaya çıkış sebeplerinin izini sürüyor, kadınlara bu hususta laf
etmemiş oluyoruz. Öyleyse devam edelim. Kız çocuklarının, Türkiye’deki
çoğunluğun tabiriyle “namus” kıskacında yetiştirilmeleri, ister istemez
kadınlarımızda vücutlarının ve şehvetin konusu olan her şeylerinin çok özel
olduğu yanılgısını körüklüyor. Çünkü kadınlar özelinde doğumlarından yetişkinlik
çağlarına uzanan sürecin özetine bakıldığında, “koruması gereken tek şeyi
koruması”, onun dışındakilerin pek bir önemi olmadığı sonucu çıkıyor ortaya.
Korunması gerektiği dayatılan şeyin korunmasının kadınlarda ne tür yaralar
açtığı başka bir konu olduğundan, bu gerçekliğin sonuçlarını incelemeye devam
edelim. Kadınlar, toplumun, kültürün ve ailenin akıllarına soktuğu ve onları
mecbur bıraktığı durumdan dolayı aslında özel olmayan bir şeye “özel” niteliği
varmış gibi yaklaşıyorlar ve maalesef kezbanite dediğimiz şeyin içine
düşüyorlar.
Kezbanite
kavramının ne şekilde tezahür ettiğini birkaç örnekle açalım. Sosyal medya
araçlarından birisi olan “Tinder” uygulaması bu garabetin gözlemlendiği
mükemmel bir alandır. Tinder, bilmeyenler için, uygulamayı yükleyen milyonlarca
kişinin birbirlerini beğendikleri ve eşleştiklerinde bir sohbet imkânının
ortaya çıktığı mecra oluyor. Sizin beğendiğiniz kişi, sizi beğenmişse, eşleşmiş
oluyorsunuz ve iletişim kurabileceğiniz bir sohbet bölümü elde ediyorsunuz.
Bilinmesi gereken şey, bu uygulamanın, kadınların ve erkeklerin ya da
heteroseksüelliğin dışındaki yönelimlere mensup insanların ilişki kurmaları
için kullanılan bir uygulama olması. Böyle bir detayı belirtmek zorunda
kaldığımız için utanıyoruz ancak birazdan anlaşılacağı üzere, uygulamanın var
oluş amacının dahi Türkiye topraklarında tam olarak kavranamaması durumu söz
konusudur. Her neyse, sonuç itibariyle eşleştiğiniz kişi, sizi onayladığına
göre ortada bir zorla iletişim kurma çabası da yok. Sözgelimi diğer sosyal
medya araçlarında, örneğin Facebook, tanımadığınız birisine mesaj attığınızda
bu tek taraflı bir refleks iken, Tinder’daki eşleşme özelliği, iletişimi her
iki tarafın da rızası olan bir konuma sokuyor. Bunu da açıkladığımız için
utanıyoruz ancak maalesef ayan beyan ortadaki bu gerçeğin de Türkiye
topraklarında akıl almaz bir dönüşüme uğradığını görüyoruz. Evet, Tinder’ın ne
ve ne için olduğu anlaşıldıysa örneğimize geçebiliriz. Tinder, Türkiye’de
erkekler için kanserojen bir uygulamadır diyerek ilk bombayı ortaya bırakalım.
Çünkü siz kadını beğenmişsiniz, kadın da sizi beğenmiş şeklindeki ana koşulu
ortadan kaldırmasına rağmen işlerin bu kadar zor yürütüldüğü başka bir sosyal
medya aracı sanmıyoruz ki vardır? Bir kadına “slm” , “nbr” gibi bir girişle yaklaştığınızda
direkt olarak tefe koyuluyorsunuz. Bir kadına “tek mi kalıyorsun, evin var mı?”
gibi, olası cinsel ilişki için zemin var mı yok mu sorusuyla yaklaştığınızda
“sapık” oluyorsunuz. Bir kadına klişelere düşmeden, yüz – yüz elli sözcükten
oluşan hoş bir yazı yazarak temas etmeye çalıştığınızda, “bunu kaç kadına
yolladın?” “nereden copy – paste (kopyala – yapıştır) bu?” gibi bir soruya
maruz kalıyorsunuz. Bağrı yanık bir dostumuzun, atom fiziğine de bilim
adamlığına da lanet ettiği bir örnek şudur:
“Ellerin
çok güzel diyerek sanki bir kadının bütünlüğünde ellere özel önem veriyormuşum,
yani uslu çocukmuşum gibi bir yöntem izleyebilirim. Bugüne kadar gördüğüm en
güzel saçlar sana ait diyerek düzenli gittiğin kuaföre zeytin dalı
uzatabilirim. Dünyadaki en güzel kadın sen olmalısın diyerek, kimsenin
inanmayacağı korkunç bir yalanla avına yaklaşan acemi avcılığın sularına
dalabilirim ama ben bunların hiçbirisini yapmayacağım. Anlatabiliyor muyum?”
Burada,
en akılsızın, en ruhsuzun bile anlayabileceği üzere talihsiz dostumuz ilk giriş
denemesinde “sana numara yapmayacağım, numaralarla, yalanlarla, stratejilerle
değil, dürüstlüğümü koruyarak duracağım karşında,” tavrını şerh düşmekle işe
başlıyor. Bu mesaja gelen cevap ise şudur, yorumu sizlere bırakıyoruz: “Böyle
düşüyor mu? Nereden kopyaladın bunu, ha ha?” Böylece kanser belâsının ilk
kurşununu sıkmış oluyor kadın kişisi. Kezbanitenin soluğunu bütün benliğimizde
hissediyoruz ve üşüyoruz, evet, üşüyoruz.
İkinci
bir örnek olarak, yaklaşık on üç gündür muhabbet eden çiftimizin erkek
tarafının acısına eğilelim. Bu hüzünlü erkek, Türkiye toplumundaki ürkütücü
muhafazakârlıktan dolayı kadınların sosyal medya üzerinden kurulan
iletişimlerde çekinmelerini anlayan bir erkek. O yüzden hemen buluşalım edelim
demeden önce on üç gün boyunca naif şakalarla, centilmence ve asla askıntı
olmadan yürüttüğü, haddinden fazla uzayan bir tanışma seremonisinin ardından şu
talihsiz şakayı yapıveriyor:
“Biraz
yavaş gitmiyor muyuz?”
Bu
derbeder erkek dostumuz bekliyor ki kadın onu anlayacak, zaten naif yapısını
iyice kavradığını düşündüğü bu kadın böyle bir sorudan rahatsız olmayacak,
buluşma meselesini teğet geçse de en azından şakasına gülecek… Gözlerimizi
yaşlarla dolduran bu saflığın bedeli şu oluyor arkadaşlar:
“Senin
niyetini ben anladım, ben öyle bir kadın değilim.” –Ve kendisinin küçük
harflerle devam ettiği ama bizim büyük harflerle yazacağımız mesajın devamı şöyle:
“BEN BURAYA SADECE SOHBET ETMEK İÇİN GİRİYORUM, REELDE BULUŞMUYORUM BURADAN
KİMSEYLE.”
Gözyaşlarınızı
sildiyseniz ve toparlandıysanız devam edelim… Bu tip dramların yanında bir de
direkt profilinde uygulamanın var oluş amacına tezat şeyler yazan kadınlar da
mevcut. “Konuşmuyorum, boşuna like atma….!!!!...!” gibi şeyler görebilmek
mümkün. Neden buradasın o zaman gibi bir soruyu tarifsiz bir acıyla ortaya
bırakan çok fazla şeye rastlanan bu uygulama tam da bu ve benzeri şeylerden
dolayı Türkiye’deki erkekler için kanserojen bir madde kadar tehlikelidir, uzak
durulmalıdır.
Sonuç
itibariyle bu ve benzer platformlarda, sivilde ve her yerde kadınlarımızın
erkeklerimize yaklaşımlarındaki kezbanite zehri “Bakalım karşımda kaç takla
atacak,” şeklindeki bir kabulde kendisini göstermektedir. Kadın bir şekilde
kendisinde olduğuna inandığı şehevi niteliklerden dolayı efendi koltuğundadır
ve siz de onu etkilemek için her türlü şeyi yapmakla mükellef soytarısınızdır.
Kralın kızını güldürmeyi başarırsanız, birkaç şey kapabilirsiniz. İşte
kezbanite, tam olarak budur.
Peki,
bu durumun derinlikli mahiyeti nedir? Her yerde ve her fırsatta “ben bir meta
değilim, biz meta değiliz,” şeklinde konuşan kadınların, kezbanite zehrini
bünyelerinde ihtiva ettikleri anda kendi kendilerini metalaştırmış olduklarını
fark etmemeleridir. Çünkü bir şekilde kültürel yapı, toplum ve aile sürecinden
dolayı vücutlarının özel olduğunu, çok değerli olduğunu düşünme temelinin yeşerdiği
yerde vücut bir meta olarak ele alınıyor demektir. Bu değerli metadan alınan
güçle kendisini güldürecek soytarılar arasından eleme yapma hakkı elde ediliyor
demektir. Öyleyse erkeklere karşı böyle bir tavırla hareket eden kadın, en
derininde kendisini bir meta olarak kabul eden ve maalesef sunan kadındır. Bunun farkında olmayışı, onun meta olmadığı ya da
kendi kendisini metalaştırmadığı anlamına gelmemektedir. Kadın ve erkek
eşitliğine inanan sağlıklı ve aydın kafalı insanlar için sağlıklı zemine de
böylece ulaşmış oluyoruz: Benden sergilememi istediğin ve beklediğin
soytarılığın karşısında sen ortaya ne koyuyorsun? Meme? Cinsel ilişki ümidi?
Şehevi unsurlar? Bunlar mı sadece? Öyleyse sen bir metasın, daha fazlası değil.
Sen, cinsel ilişkiye girmek için karşı taraftan belli şeyler talep ettiğin
anda, aslında vücudunu satmış oluyorsun. Para yerine başka şeyler alabilirsin
ama sonuçta talep ediyorsan, kendini o talepler yerine geldiğinde satıyorsun
demektir. Şunları yaparsan, şöyle olursan sana meme veririm demek, benim
memelerimin bir maliyeti var demektir ve kendi kendini metalaştırmak budur.
Kezbanite, en derininde kadının kendi kendisini metalaştırmasıdır. Erkekler ne
de olsa her oltaya gelen balık, kadınlar ise her erkek için yeterli olan
niteliğe sahiptir yanılgısı sonucunda biz bir iletişime değil drama mahkûm
oluyoruz. Biz iki yetişkinin kendilerini leziz bir nehre bırakması misali
yaşanan cinsel birlikteliği değil, karşılılık esasının ve süründürmenin,
sürünmenin ardından el edilmiş bir ganimet algısının yarattığı cinsel ilişkiyi
yaşıyoruz. O yüzden bu zehirli yapı, kezbanite, bir daha geri çıkmayacak
şekilde mezara gömülmelidir. Erkeklere düşen, şöyle bir karşılarındaki kişiye
bakmak ve kendi nitelikleriyle karşısındakinin niteliklerini karşılaştırmaktır.
Verili olanlar bir nitelik değildir. Yakışıklılık ya da güzellik bir nitelik
değildir. Bizler centilmen bir yapı, aydın bir kafa, kaliteli bir mizah,
coşkulu bir ruh ve yoğun sevgi vaat ediyor isek, karşımızdakinin ortaya ne
koyduğunu da sorgulamak zorundayız. Sadece vücudu, tatlı gülüşü gibi şeyler bir
karşılık değildir. Nedir bir kadın? Neyi vardır? Güzelliğinin, vücudunun
ötesinde ne kadardır? İşte sorulması gereken sorular bunlardır. Farkındaysanız,
“arabası olmayan adamla işim olmaz,” gibi tavır takınan kadınları yok
sayıyoruz. Küstahlığın boyutlarına girersek çıkamayacağımız için buna gerek
duymuyoruz. Erkeklerden bir maddi güç de beklendiği açık ama konu sapmasın ve
çirkinleşmesin diye onu şimdilik parantez içine almayı yeğliyoruz.
Özetle
kezbanite zehri, toplum, kültür, aile yaşantısı ile oluşturulan, kadınların ise
bilerek ya da bilmeyerek içine düştükleri bir bataklıktır. Her kim bu bataklığı
evi bellemişse oradan uzaklaşmak erkeğin ilk ve en önemli görevlerinden birisi
olarak karşımıza çıkmaktadır. Kendi kendisini metalaştıran bir canlı türüne
temas ederek onurumuzu lekelememeli, kişisel tarihimizin sayfalarına
silinmeyecek bir utancı kazımamalıyız. Bir kezbanite neferinden uzaklaştıktan
sonra, söz konusu kadınla ilgili alabileceğimiz tek inisiyatif, gelip
kendisinin kezbanite zehrinden arındığını ispat etmesi olabilir ancak. Bunun
dışında söz konusu kadın yok hükmündedir, bir hata sonucu konuşulmuş ve orada
konu kapanmıştır. İşte onurlu erkeğin tavır budur.
Yazar: EDY
EDY'nin diğer yazıları için bakınız: