6 Kasım 2017 Pazartesi

DOĞRU BİR ERKEKLİK İNŞASI ÜZERİNE

GENEL DURUMUN BİR ÖZETİ YA DA ANALİZİ: HANGİ NOKTADAYIZ?

Erkeğe bakışın, potansiyel suçluya bakışla arasındaki mesafeyi yitirmesi maalesef düzgün erkekleri erkekliklerinden, yani maskülen yapılarından uzaklaştırdı. Bir suçu, işleyene değil, cinsiyetin tümüne isnat etmek garabetinin norm haline gelmesi ve neredeyse bütün yayın organlarının “Erkekler, şu kadar cinayet işledi,” gibi manşetleri sebebiyle maskülenlik, suçun kendisiymiş gibi bir algı peyda oldu. Dolayısıyla maskülen olmak bir utanç vesikası gibi ele alınıyor; bu da savrulmaya müsait yoğun erkek nüfusunun yanlış iki cephede birikmesine yol açıyor. Bu cephelerin ilki: maskülenliğinden vazgeçmeyeceğini ilan eden, bu nedenle de “ayılaşması” gerektiğini düşünen “barzo” cephesiyken; Diğer cepheyi ise, erkekliğinden utanan, biyolojik ihtiyaçlarına söz geçiremediği için de çareyi “taşıyıcı anne” gibi takılmakta arayan, bilinen adı ile “meriçler”, bizim daha doğru olduğunu düşündüğümüz bir teşhisle: taşıyıcı anne tipi erkekler cephesi oluşturuyor.

Postmodernizme esir olmuş küresel sistemin ustaca kurguladığı, iki yanlış seçeneği sanki başka çıkar yol yokmuşçasına “ya o ya da bu” , “o değilsen busun, bu değilsen osun” şeklinde dayattığı yerde, böyle abuk sabuk iki cephenin ortaya çıkması şaşırtıcı değil. Maskülen yapısını terk etmeyen erkekler, grup psikolojisi gereği, dışlanmamak/var olmak adına “adamlık” denilen bataklıkta birikiyor, entelektüel kaygı gütmeyi erkekliklerinden verdikleri bir taviz zannediyor, koydu mu oturtmadı mı rahat edemiyor ve böylece maskülenliği suçun kendisi gibi pazarlamaya meraklı manipülatörlere açık çek uzatmış oluyorlar.

Görece daha düzgün, entelektüel kaygısı olan, kavga etmektense konuşmayı tercih eden erkekler ise, “ya osun ya da busun” dayatmasından dolayı maskülen yapılarını, yani doğalarını bir kenara bırakmak zorunda hissediyorlar kendilerini. Çünkü aynı grup psikolojisi onlara da dışlanmamak/var olmak için başka seçenek sunmuyor. Kitap okumak, iyi müzik dinlemek, kaliteli bir hayat sürmek gibi olmazsa olmaz edimler, kimin ne ara gerçekleştirdiğini bilmediğimiz bir biçimde “feminen”liğin temsiliymiş gibi ele alınırken; “adamlık”, “itlik”, “serserilik” ise maskülen olanın bir temsili gibi algılanıyor. Dolayısıyla erkeği erkek yapan maskülenlik, utancın ve potansiyel suçun adı oluyor, öyle kabul görüyor. Bizler de bu iki gruptan birisine tâbi olmak zorundaymışız gibi hissediyoruz. Ki postmodern dünyanın algılarımızın ırzına geçme yöntemi de tam olarak budur. İstemediğimiz bir yerde, istemediğimiz bir şekilde var olmaya çalışırken buluruz kendimizi. Böyle sürreal bir ortamda hiçbir zaman mutlu olamayan insan, tatmin arayışıyla kıvranır ve tam da bu anlayışa hizmet eden reklamların kölesi, sürdürülebilirlik için bulunmaz hastalıklı tip hâline gelir. Burada, yüce önder Kazım Ulutaş’ın şu kutlu sözlerini not düşmeliyiz: “Açta açıkta değiliz ama mutlu bir yaşam da süremiyoruz, WHY?” Piyasa mekanizmasının nasıl ve nelerle işlediğine bakılarak, tatmin için kıvranan hastalıklı insanın sistemin sürmesi açısından ne kadar gerekli olduğu anlaşılabilir.

Maalesef, özetle, işte böyle korkunç bir noktadayız.

GERÇEK ERKEKLİK NEDİR YA DA MEDENİ DÜNYADA ERKEKLİĞİN NEFES ALMASI OLANAKSIZ MI?

İnsan türünün erkek cinsi, kadın cinsinden farklıdır ve hemen böyle bir cümleyi kurduğumuz için utandığımızı belirtiyoruz. Çünkü sanki bu iki cinsiyet birbirinden farksızmış gibi yürütülen manipülasyonlar ve kabuller nedeniyle bir şaka olmasını ummayı isteyeceğimiz ancak maalesef ciddi olarak ortaya koymak zorunda olduğumuz bir gerçekliğin altını çizmek zorundaydık. Evet, öyleyse yineleyelim: insan türünün erkek cinsi, kadın cinsinden farklıdır.

İnsan türünün erkek cinsi, maskülen bir yapıdayken, kadın cinsi için feminen kavramı söz konusudur. Yine ve yeniden böyle bir ayrımı yapmak zorunda kaldığımız için okurlarımızın affına sığınıyoruz ama bunu da yapmak zorunda olduğumuz bir noktadayız. Çünkü yinelemek gerekirse, feminenlik pozitif bir algıyla ele alınırken, maskülenlik için aynı şeyi söylemekten maalesef uzaktayız. Öyleyse her erkeğin evvela maskülen yapısıyla barışması gerekmektedir diyoruz. Maskülenliğin yalnızca fiziki unsurlarla sınırlandırılmaması ise yürütmemiz gereken savaşın ilk cephesi oluyor. Erkeklik, salt güce indirgendiğinde, felsefi temelden yoksunluk, entelektüel kaygı gütmemek gibi belaların doğumuna sebep olacağından, basit gibi gözüken bu gerekliliği her erkek ciddiye almalıdır kanaatindeyiz. Erkeklik, karşıtı “kadınlık” olmayan, başlı başına sarsılmaz ve savrulmayan bir kişisel ahlakla yürüyen, “duruş” mefhumunu kavramayı ve içselleştirmeyi gerektiren bütünlüklü bir felsefedir. Bir erkek, önce bir erkek olduğunu hatırlamalı, ardından nedir erkeği erkek yapan sorusunu kendisine sormalıdır.

Tam da böyle bir noktada erkeklerin ana itici gücüne değinmek zorundayız. İnsan canlısının erkek cinsi, zaferlerle tatmin olan, dolayısıyla sürekli olarak bir savaş içerisinde yaşaması gereken cinstir. Burada, savaş sözcüğü seçiminin militarizme bir vurgu olduğu yönündeki muhtemel saldırıları daha başından bertaraf etmek adına, silahların konuştuğu, ölümlerin yaşandığı, kim için ve ne için vuruşulduğunun bilinmediği bir savaştan söz etmediğimizi hemen belirmeliyiz; belirtiyor, altını kalın çizgilerle çiziyoruz. Erkek, sürekli olarak savaşlarla yaşayan, ancak ve ancak öyle verimli hâle gelen, yine, ancak ve ancak o şekilde kendisini gerçekleştirebilen bir doğaya sahiptir. Tatmini bilgisayar oyunlarında, sekste, sokak kavgalarında aramak bir yanılsamadır ve geçicidir. Gerçek: ömür boyu sürdürülen, birçok farklı cephesi olan bir savaş ve kazanılan zaferlerin tatminidir. Erkeğin suni olmayan, doğal ve gerçek mutluluğu, yapamayacağını iddia edileni yapmakta, kazanamayacağı düşünülen sınavı kazanmakta ve buna benzer durumlarda ortaya çıkmaktadır. Gerçek erkeklik, işte bu dinamiklerle yürümekte ve büyümektedir. Erkek, mutlu ve iyi bir yaşam istiyorsa, hayatındaki her şeyi bir savaş olarak ele almalı ve öyle davranmalıdır. Bu bakıştaki kutlu tutamacın sözsel ifadesi, her musibet karşısında deklare edilmesi gereken: “Bu da bir savaş,” kararlılığıdır. Böylece, erkek yüzmeyi bildiği ya da öğrenmek zorunda olduğu sulara çekilmiş olacak ve doğasının ona bahşettiği güçle her türlü zorluğun üstesinden gelecek, gelemese de bu, onursuz bir mağlubiyet olmayacaktır; çünkü savaşmıştır, çünkü savaşmıştır ve çünkü savaşmıştır. Bu yeterlidir.



Bu durumda savaş ile ne kastedildiği, kapsamının ve içeriğinin ne olduğu biraz daha açıklanmaya muhtaçtır. Savaş, büyük insan Ünsal Oskay’ın, yüce Aydınlanma Felsefesinden hareketle sürekli biçimde üstünde durduğu: “insanın kendi hayatının öznesi olması” savaşıdır. Üstadın, Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım isimli kitabını, okunması gereken kitaplar listemizin ilk kitabı olarak buraya not düşelim ve devam edelim. Öyleyse, özne nedir ve nasıl olunur? Özne, Türkçe dersi bilgilerimizden de bildiğimiz üzere bir eylemi yapan demektir. Yapılan iş, nesnedir, yapan ise öznedir. İnsanın, belirlenen konumunda olması, o insanın özne değil, nesne olduğunu gösterir; zira belirleyen değil, belirlenendir. İşte bir erkeğin, hem devrimci ahlak, hem insan olmasının haysiyeti ve hem de var olabilmesi için tek ve en büyük/en genel savaşı hayatının öznesi olma savaşıdır. Burada da yüce önder Kadir Cangızbay’a başvurmak mecburiyetindeyiz: bütünüyle özne olmak imkânsızdır ve insanın, daha doğrusu haysiyetli insanın en büyük trajedisi de budur. Bir şekilde her şeyi bilebileceğimiz, her alanda muktedir olabileceğimiz bir yapıya sahip değiliz, dolayısıyla özne olmak, bitimsiz bir çaba, elden geldiğince kazanmak için çabalanması gereken bir mevziler bütünü fakat ne kadar savaşılırsa savaşılsın tamamıyla fethedilemeyen bir gerçekliktir ki trajediden kasıt da budur. Yine Kadir Cangızbay’ın şu kutlu örneğiyle, durumu daha anlaşılır hâle getirelim: Oto yolları, demir yollarına paralel biçimde inşa eden, üzerine otobüs fiyatlarını tren fiyatlarının yarısına indiren bir iktidarın döneminde, insanlar ister istemez karayoluna mahkûm olacaklardır. Burada insan, seçimleri iktidar tarafından belirlenen konumuna düşmektedir. Kara yolunu seçmek zorunda bırakılmıştır. Elbette bize düşen, “Ne yapayım,” diyerek kenara çekilmek değil, “Kim bunlar,” sorusunu sormak ve iktidarı devirmeye odaklanmaktır. Ancak hayat içerisinde buna benzer çaresizlikler de insanın kapısını çalmakta ve insan bütünüyle özne olamamaktadır. O yüzden bu örnek, bütünüyle özne olmanın imkânsızlığı şeklinde okunmalıdır. Kadir Hoca’nın örneğinin ardından, bizim için devreye giren mesele, bir erkeği gerçek erkek yapan edimlerden en önemlisi olarak haysiyet meselesidir. Haysiyetli bir insan, nesne olmaması gerektiğini bilen, bu yüzden nesneleşmeye alerji geliştiren insandır. Her zaman, her yerde nesne olmamayı başaramamak, bizleri özne olma hedefimizden uzaklaştırmamalı, kapatabildiğimiz her gediği kapatmak, bu anlamda kazanabileceğimiz her mevziiyi kazanmaya çalışmak yönünde bir yola itmelidir. İşte formül budur. Eşini seçebilirsin, işini seçebilirsin, hayatını düzeltebilirsin, elinde olan şeylerde hayatının öznesi olabilirsin, elinde olmayanlar ise konu dışıdır; işte dava budur, savaş ve kavga budur. Bir erkek, yalnızca böyle bir savaş içerisinde doğru yerde konumlanırsa erkektir. Anlaşılacağı üzere, savaş ile kastettiğimiz şey, hiçbir militarist vurgu içermeyen, kendisine düşman olarak kadınları ya da bir ırkı, yönelimi seçmeyen, tamamen kişinin kendisi, kendi hayatı, haysiyeti, onuru ile iktidar, zaman ve doğa arasında sürdürülen bir savaştır. Erkek, erkek olduğunu bu savaşı yürüterek hissedebilir, anlayabilir ve kavrayabilir. Dolayısıyla erkeklik ile medeniyet arasında bir tezatlık değil, bütünlük vardır. Ve dolayısıyla maskülenlik, kucaklanmalıdır.

SAVAŞIN GEREKLİLİKLERİ VE MAHİYETİ

Her türlü savaşa girişmenin ilk ve tek önkoşulu: hazır olmaktır. Öyleyse erkeklik inşası, aslında bir hazırlık sürecini gerektirmektedir. Savaşa başlamadan önce ona hazırlanmak zaruridir. Ordularımızı oluşturmalı, niteliği artırmalı, sürekli, sürekli ve sürekli ileriye doğru adım atmayı kavgamızın gereği bellemeliyiz. Nitelik kaygısının somut karşılığı ise yetkinliktir. Bir erkek, en az bir tane alanda yetkin olmak ZORUNDADIR. Bir yabancı dili bilmek, bir enstrümanı çalmak, entelektüel anlamda bir mevzi elde etmek ve sayılabilecek birçok alanın en az bir tanesinde yetkinleşmelidir. Bu, savaşa hazırlanma sürecinin olmazsa olmazıdır. Yüce Gök’ün bize bir armağanı olan Yalçın Küçük’ün de dediği gibi: çünkü biz beş taş oynamıyoruz, bir savaş yürütüyoruz. Öyleyse ciddiyet!

Erkeğin en önemli görevlerinden birisini de böylece keşfetmiş oluyoruz: bir işi yapmak değil, iyi yapmak mecburiyeti. Bu bir görevdir, iyi yapamıyorsan, aslında söz konusu şeyi yapmıyorsun demektir, yoksun demektir. Bilinç ve itekleyici güç işte bu gerçeklik olmalı. Savaş, bütün hayata yayılmak zorunda demiştik, erkeğin var olduğunu, erkek olduğunu hissetmesi için hayata böyle bakması gerektiğini yeterince tartışmıştık. Bu durumda, dikkatli okuyucuların da görebildikleri üzere, formülasyon, yöntem ve devam etme gücü, bu koşullarda kendisini bize dayatmaktadır. Erkek, uzun vadeli zaferlere odaklanmış kişidir. Kısa vadede kazanmanın peşine düşmek bir erkeğe yakışmayan, mutlaka hüsran ve kaçınılmaz olarak küçülmeyle sonuçlanacak bir kandırmacadır. O zaman, sabretmeyi öğrenmelidir erkek. Kararlılığı ve en önemlisi, kendisine güvenmeyi öğrenmelidir. Alanında yetkin bir hocamın da dediği gibi: kazanılacak tek gün diye bir şey yoktur. Tek bir günü kazanmaya odaklanmak hastalıktır, erkeği küçültmektedir, erkeğin “kaldırdığı gibi geri indirmemesi”, böyle bir konuma düşmemesi için uzun erimli düşünme zorunluluğu vardır.



Uzun vadeli sonuçlar için yola çıkan insanın bilmesi gereken son gereklilik, inziva kültürüdür. Erkek, kendine dönmeyi ve kapanmayı bilen kişidir. Bilmeyen, erkek olduğunu sanmaktadır, erkek filan değildir o kişi. Erkeğin canı sıkılmaz çünkü yürüttüğü ya da yürütmeye hazırlandığı bir savaş olduğunu bilir, sürekli bir uğraşı vardır ve onunla hemhal olur. Bu nedenledir ki, inzivaya çekilmek, bir yöntem olarak erkeklerin asla ama asla es geçmemesi gereken bir kültür hâline gelmelidir. Büyük yazar John Fante’nin sözlerini tahrifata uğratmak gerekirse: Çünkü bir erkeğin yalnızlığı, meyve verir.

Son sözler: Bir ev bir günde de yapılır fakat her akıllı insan bir hafta parkta yatmak pahasına daha sağlam bir ev yapmayı göze alan insandır. Hız ve tüketme çağında yaşadığımız gerçeği sizleri korkunç bir yanılsamaya sürüklemesin. Hayır, tek bir gün değildir kazanılacak olan, bir şey kaybetmiyorsunuz, siz, temelleri sağlam olmayan bir ev yapmanın peşine düşerek, her rüzgârda yıkılan evinizi hatalarınızdan ders çıkartmadan tekrar ve tekrar yapmayı hayat bellemişsiniz sadece. Bunu yaparken, size malzemeyi satanların kim olduklarını ve bu işte onların bir parmağı olup olmadığını aklınıza getirmeden hareket etmek hatasına düşüyorsunuz. Oysa gerçek bir erkek için hayat, misina ile sefilce tek tek balık avlamaya çalışmakta değil, iki gün aç kalarak ağ yapmak ve besin ihtiyacı konusunu tamamıyla kapatmayı başarmak çabasındadır. Yani, biz ne zaman yaşayacağız gibi sorulması muhtemel soruya yönelik olarak, önce soruyu soranın yaşamaktan ne anladığını sorgulamasını isteriz, sonra devam ederiz: sizin yaşamdan saymadığınız bitimsiz savaş, bir erkeğin kanıyla kazandığı yaşamının ta kendisidir; kişisel tarihini kendi elleriyle yazmasının tek yoludur bu.


Yazar: EDY

3 yorum:

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Bu ne kadar güzel bir yazı .Feysde paylaştım

    YanıtlaSil
  3. Las Vegas' Wynn Casino - JTM Hub
    Casino. Wynn is apr casino a $4 billion worrione.com resort with four hotel towers with 5,750 rooms and suites. Each of the www.jtmhub.com hotel towers includes a 20,000 square foot casino https://septcasino.com/review/merit-casino/ and wooricasinos.info a

    YanıtlaSil